En son ne zaman dua ettiğinizi düşündünüz mü?... Bu
soruya farklı cevaplar verilebilir ama ortak nokta herkesin bir
şekilde dua ettiği olacaktır. İnsanlar elbette her yerde, her
ortamda, istedikleri herşey için Rabbimiz olan Allah'a dua
edebilirler. Allah iman edenlerin her ortamda dua edebileceklerine,
Kendini zikredebileceklerine aşağıdaki ayetlerle dikkat çekmiştir:
Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı zikrederler ve
göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:)
“Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek Yücesin, bizi ateşin
azabından koru.” “Rabbimiz, şüphesiz Sen kimi ateşe sokarsan, artık
onu ‘hor ve aşağılık’ kılmışsındır; zulmedenlerin yardımcıları
yoktur.” “Rabbimiz, biz: “Rabbinize iman edin” diye imana çağrıda
bulunan bir çağırıcıyı işittik, hemen iman ettik. Rabbimiz, bizim
günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve bizi de iyilik
yapanlarla birlikte öldür.” “Rabbimiz, elçilerine va’dettiklerini
bize ver, kıyamet gününde de bizi ‘hor ve aşağılık’ kılma. Şüphesiz
Sen, va’dine muhalefet etmeyensin.” Nitekim Rableri onlara
(dualarını kabul ederek) cevab verdi: “Şüphesiz Ben, erkek olsun,
kadın olsun, sizden bir işte bulunanın işini boşa çıkarmam…” (Al-i
İmran Suresi, 191-195)
Bunların yanısıra bir de duanın, en güzel, en makbul şekli vardır ki
Kuran'da bunlar ayrıntılarıyla anlatılmıştır.
YÜKSEK OLMAYAN BİR SESLE, YANLIZ BAŞINA İÇİN İÇİN DUA
Çok çaresiz ve sıkıntı içerisinde kaldığınız, Allah'a dua etme
ihtiyacı hissettiğiniz bir anda dua etmek için nasıl bir ortamı
tercih ettiğinizi hatırlıyor musunuz? Hiç şüphesiz gece yastığa
başınızı koyduğunuzda ya da çok sessiz ve gürültüsüz, Allah'la
başbaşa olabileceğinizi hissettiğiniz bir ortamda dua etmeyi tercih
etmişsinizdir.
İbadetler sırasında manevi yoğunluk en fazla yalnız başına, kimsenin
bilmediği zamanlarda, tam bir konsantrasyonun sağlanabildiği sırada
yaşanır. İhtiyaçları, hataları veya eksikleri konusunda Allah'a dua
etme gereksinimi duyan insan, yalnız başına ve için için dua etmeyi
tercih eder. Buna güzel bir örnek Hz. Zekeriya'nın duasıdır.
Kuran'da, onun Allah'tan soyunu devam ettirecek bir varis isterken
gizlice dua ettiğine işaret edilir:
Hani o Rabbine gizlice seslendiği zaman demişti ki: "Rabbim,
şüphesiz benim kemiklerim gevşedi ve baş, yaşlılık aleviyle tutuştu;
ben sana dua etmekle mutsuz olmadım." (Meryem Suresi, 3-4)
Duanın tanımı için "gücü sınırlı ve sonlu bir varlığın gücü sınırsız
bir kudret karşısında acizliğini ortaya koyarak istekte
bulunmasıdır" demiştik. Bu yüzden dua, gerçekten Allah'a karşı
acizlik ve fakirlik bilinerek yapılmalıdır. Fakat elbette ki bu
birtakım yapmacık hareketlerle, kalıpçı ve taklitçi düşünce
yapısıyla sağlanamaz. Zaten gerçek anlamda samimi olan, acizliğini
hisseden insan doğal olarak bunu yaşayacaktır. Kuran'da, müminlere
şu şekilde dua etmeleri tavsiye edilir:
Rabbinize yalvara yalvara ve için için dua edin. Şüphesiz O, haddi
aşanları sevmez. (A'raf Suresi, 55)
Rabbini, sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine,
ürpertiyle, yalvara yalvara ve için için zikret. Gaflete
kapılanlardan olma. Şüphesiz Rabbinin Katında olanlar, O’na ibadet
etmekten büyüklenmezler...” (A’raf Suresi, 205-206)
Kuran'da, duanın yalnızken, yalvararak ve için için yapılabileceğine
dikkat çekilir. Dolayısıyla duanın nerede yapıldığı, dua sırasında
düzenlenen "tören"in büyüklüğü, katılımın fazla olması ve dua eden
şahsın sesinin çok fazla çıkması ölçü değildir.
Öncelikle bilinmelidir ki, duadaki yüksek ses tonları duanın Allah'a
ulaşmasını ya da Allah'ın duaya icabetini kolaylaştırmaz. Dua
ettiğimiz Rabbimiz, içimizden geçirdiğimiz düşünceleri bilen,
herşeyden haberdar olan ve bize şah damarımızdan daha yakın olandır.
(Kaf Suresi, 16) Bize bu kadar yakın olan Allah'a dua ederken
sesimizi gereksiz yere yükseltmemizin bir anlamı yoktur. Kişi
içinden dua edebileceği gibi, ancak kendisinin duyabileceği bir
tonla da dua edebilir.
Kuran'da gerek ibadet sırasında, gerekse yaşamın her anında ses
tonunun uygun tutulması gerektiği insanlara aşağıdaki ayetlerde
şöyle bildirilir:
Yürüyüşünde orta bir yol tut, sesinden de (yüksek perdeleri) eksilt.
Çünkü, seslerin en çirkin olanı gerçekten eşeklerin sesidir. (Lokman
Suresi, 19)
De ki: "Allah, diye çağırın, 'Rahman' diye çağırın, ne ile
çağırırsanız; sonunda en güzel isimler O'nundur." Namazında sesini
çok yükseltme, çok da kısma, bu ikisi arasında (orta) bir yol
benimse. (İsra Suresi, 110)
Görüldüğü gibi Kuran'da tarif edilen ibadet modeli gösterişten
uzaktır. Başkaları görsün veya duysun diye yapılmaz, sadece Allah'a
karşı olan vazifenin hakkıyla yerine getirilmesi amacını taşır.
Kuran'da bunun üzerinde önemle durulur. Dua ile ilgili ayetlerde
defalarca "dini Allah'a halis kılarak dua etmek"ten söz edilir.
Bunun anlamı, dinin, yani ibadetin sadece ve sadece Allah için
yapılması, O'ndan başkalarının rızasının kesinlikle aranmamasıdır:
O, Hayy (diri) olandır. O’ndan başka ilah yoktur; öyleyse dini
yalnızca Kendisi’ne halis kılanlar olarak O’na dua edin. Alemlerin
Rabbine hamdolsun. (Mü’min Suresi, 65)
Öyleyse, dini yalnızca O’na halis kılanlar olarak Allah’a dua
(kulluk) edin; kafirler hoşgörmese de. (Mü’min Suresi, 14)
De ki: “Rabbim adaletle davranmayı emretti. Her mescid yanında
(secde yerinde) yüzlerinizi (O’na) doğrultun ve dini yalnız
Kendisi’ne has kılarak O’na dua edin. “Başlangıçta sizi yarattığı”
gibi döneceksiniz.” (A’raf Suresi, 29)
Din sadece Allah'ındır. İbadetlerin hepsi sadece O'nun hoşnutluğunu
kazanmak amacıyla yapılır. Bunun yegane yolu da O'nun istediği ve
tarif ettiği gibi yapmaktır.
Duasını, ya da başka herhangi bir ibadetini Allah'a halis kılmadan
yapanlar, yani etraflarındaki insanlara "takva" görünmek endişesinde
olanlar büyük bir dalalet içindedirler. Allah Kuran'da onlardan
şöyle söz eder:
İşte (şu) namaz kılanların vay haline, Ki onlar, namazlarında
yanılgıdadırlar, Onlar gösterişyapmaktadırlar. (Maun Suresi, 4-6)
ALLAH'IN VARLIĞINI HİSSEDEREK DUA
Duanın en önemli unsurlarından biri Allah'a olan kesin imandır.
İnsan çaresiz kaldığı durumlarda Allah'ın varlığını ve kendisine
sadece O'nun yardım edeceğini hiç şüphesiz bilir. Ancak insanın
rahat zamanlarında da Allah'ın varlığını ve gücünün büyüklüğünü
hissederek dua etmesi gerekmektedir. Aslında insan sadece dua
sırasında değil, günlük yaşantısının her anında bu bilinçte
olmalıdır.
Her an, Allah'ın varlığını ve yakınlığını hissederek dua etmelidir.
Çünkü ancak Allah'ın varlığının farkında olan insan duanın anlamını
ve önemini kavrar. Duanın özelliği, Allah ile kulu arasında özel ve
sıcak bir bağlantı kurmasıdır. İnsan tüm sıkıntılarını ve
isteklerini Allah'a açar, O'na yakarır ve Allah kulunun isteğine
icabet eder, duasını karşılıksız bırakmaz.
Daha önce de belirttiğimiz gibi Kuran'da dua hiçbir şekli kalıba
sokulmaz. "Allah'ı ayaktayken, otururken ve yan yatarken zikredin"
(Nisa Suresi, 103) ayeti, insanın her durumda ve her şartta Allah'ı
anıp O'na dua edebileceğini gösterir. Önemli olan şekil değil, dua
eden kişinin samimiyet ve teslimiyetidir.
Bunun aksi bir anlayışise, duayı gerçek anlamından çıkarır ve bir
tür büyü ya da tılsım gibi görülmesine yol açar. Birtakım cahil
insanların kendi kendilerine ürettikleri ağaçlara bez bağlama, suya
üfleme gibi batıl inançlar bunun bir göstergesidir. Dikkat edilirse
bu tür uygulamaların temel özelliği, bunları uygulayan kişilerin
Kuran'ın mantığından uzak oluşlarıdır. Doğrudan Allah'a yönelip
isteklerini O'ndan istemektense, birtakım batıl tören ya da
semboller icad etmekte, duayı da bunlar aracılığıyla yapmaktadırlar.
Kime dua ettiklerinin, kime yakardıklarının ise pek farkında
değildirler. Dua için kullandıkları cisimlerde bir tür "keramet"
olduğu zannındadırlar, ama sorulsa bunun ne demek olduğunu tarif
edemezler. Türbe ziyaretlerini amacından saptırarak bu türbelerde
yatan insanlara dua edenler, onlardan medet umanlar da aynı batıl ve
sapık inanca sahiptirler.
Mümin ise "Rabbinin ismini zikret ve herşeyden kendini çekerek
yalnızca O'na yönel" (Müzemmil Suresi, emrine uyar, tüm bu batıl
inanışlardan uzak olarak sadece ve sadece Allah'a döner, O'nun
huzurunda boyun eğer ve Rabbimize yalvarır.
KORKU İLE ÜMİT ARASINDA DUA
Kuran'da Allah'ın "... merhametlilerin en merhametlisi..." (Enbiya
Suresi, 83) olduğu belirtilmektedir. Yine Kuran'da hata yapanın
Allah'tan bağışlanma dilemesi durumunda hiçbir günah ayrımı
gözetilmeden affedileceği söylenmektedir. (Nisa Suresi, 110) Bu
nedenle insanların dualarında Allah'ın "esirgeyen ve bağışlayan"
sıfatlarını düşünmeleri, ümit içinde dua etmeleri gerekir. Kişinin
yapmışolduğu hata ve bu yüzden duyduğu vicdan azabı ne kadar büyük
olsa da, Allah'ın affediciliğinden ümit kesmesine neden değildir.
Bununla paralel olarak insanın hata yapmaktan ve günah işlemekten
dolayı içine girmişolduğu ruh hali, onun umut içinde dua etmesine
engel olmamalıdır. Çünkü Kuran'da sadece kafirlerin Allah'ın
rahmetinden umut keseceği söylenir:
"... Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Çünkü kafirler
topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden umudunu kesmez." (Yusuf
Suresi, 87)
Öte yandan kimsenin mutlaka cennete layık olma gibi bir garantisi
yoktur. Nitekim Allah Kuran'da; "Şüphesiz Rablerinin azabından emin
olunamaz" (Mearic Suresi, 28) ayetiyle bu gerçeğe karşı insanları
uyarmıştır. Bu nedenle de herkes Allah'tan gücünün yettiği kadar
korkmak durumundadır. Öyle ise imtihan için dünyada bulunan insanın
her zaman için sapması, dalalete düşmesi, şeytanın oyununa gelip
Allah'ın yolundan dönmesi ihtimal dahilindedir. Bu konuda kimsenin
bir garantisi yoktur. Bu nedenle insan duasında bir yandan Allah'ın
rahmetini ümid ederken, bir yandan da O'nun rızasını yitirmekten
korkmalıdır.
Nitekim gerçek bir mümini diğer insanlardan ayıran en önemli
özelliklerden biri Allah korkusudur. Çünkü inanmayan bir insana göre
cehennemin varlığı meçhuldür. Mümin ise cehennem tehlikesinin
farkındadır. Ahiret gününe kesin bir bilgi ile inandığı için en
büyük korkuyu yaşar. Sadece inanan ve Allah'a karşı büyüklenmekten
kaçınan kişi bu korku ile hareket eder. Azabın gerçekliğinden ve
şiddetinden emindir. Bu azapla karşılaşmamak için dünya hayatında
risk sayılan hiçbir şeye yaklaşmaz. Ahiretteki o zorlu azaptan
uzaklaşmayı ve sonsuz güzellikle karşılanacağı cenneti hak etmeyi
ister. Müminin ahiret azabından korkusu duasına da yansımaktadır.
İşte bu yüzden Kuran'da korku ve ümit kavramları birlikte
kullanılmıştır. Eğer insan duasında cehennem korkusunu hissetmiyorsa
-ki bunun temelinde Allah korkusunun eksikliği yatmaktadır- ortada
mutlaka bir tefekkür yani düşünüp anlama eksikliği vardır. İnsan
cenneti kazanmak için ne kadar istekli bir şekilde dua ediyorsa,
cehennemden kurtulmak için de o kadar istekli bir şekilde dua
etmelidir. Yani cehennemden korkup, cennete kavuşmayı ümit
etmelidir. Bu ruh halini ifade eden ayetlerden ikisi şöyledir:
"Düzene konulması (ıslah)ından sonra yeryüzünde bozgunculuk (fesad)
çıkarmayın; O'na korkarak ve umut taşıyarak dua edin. Doğrusu
Allah'ın rahmeti iyilik yapanlara pek yakındır." (Araf Suresi, 56)
"Onların yanları (gece namazına kalkmak için) yataklarından
uzaklaşır. Rablerine korku ve umutla dua ederler ve kendilerine
rızık olarak verdiklerimizden infak ederler." (Secde Suresi, 16)
Görüldüğü gibi korku ve umut, Kuran'da kastedilen duayı oluşturan
iki temel histir. Kuran dikkatlice incelendiğinde zaten tüm
ibadetlerde, ve yaşamın her anında bu iki hissin hayati önem
taşıdığı rahatlıkla fark edilebilir.
Unutulmamalıdır ki dua Allah'a karşı hem büyük bir görev hem de
bizim ebedi hayatımızı kurtaracak bir vesiledir. Çünkü Kuran'da
Allah'a dua etmeyenlerin sonunun ebedi cehennem azabı olduğu haber
verilir.
"Rabbiniz dedi ki: "Bana dua edin size icabet edeyim. Doğrusu Bana
ibadet etmekten büyüklenen (müstekbir)ler; cehenneme boyun
bükmüşkimseler olarak gireceklerdir." (Mümin Suresi, 60)
ALLAH'IN SIFATLARINI ANARAK DUA ETMEK
Allah'ın isimleri, bize O'nun vasıflarını tanıtırlar. Örneğin Allah
Rahman'dır, yani esirgeyicidir; Rab'dır, yani eğiten ve yol
gösterendir; Hakim'dir, yani hüküm veren, herşeye hakim olandır;
Rezzak'tır, yani rızık verendir... Bu isimler Allah'ı tanıttığı
için, insan bunlarla Rabbimize seslenerek O'nun büyüklüğünü,
yakınlığını, gücünü ve rahmetini daha iyi kavrar. Allah'tan rızık
isteyen bir kişinin O'nun Rezzak ismini anarak dua etmesi, elbette
ki duasının anlamına uygun olacaktır. Nitekim Kuran'da da, Allah'a
O'nun farklı isimleri ile dua edilebileceği haber verilmektedir:
"De ki: "Allah, diye çağırın, 'Rahman' diye çağırın, ne ile
çağırırsanız; sonunda en güzel isimler O'nundur." Namazında sesini
çok yükseltme, çok da kısma, bu ikisi arasında (orta) bir yol
benimse." (İsra Suresi, 110)
"İsimlerin en güzeli Allah'ındır. Öyleyse O'na bunlarla dua edin.
O'nun isimlerinde 'aykırılığa (ve inkâra) sapanları' bırakın.
Yapmakta oldukları dolayısıyla yakında cezalandırılacaklardır." (A'raf
Suresi, 180)
Allah'ın sıfatlarını bilen insan hatalarını Allah'tan gizlemeye
çalışmaz. Çünkü gizlese de, açığa vursa da Allah'ın herşeyi
bildiğinin farkında olur. Hatalarını gizlemenin kendisine zarardan
başka bir şey kazandırmayacağını bilen mümin, her türlü eksiklik ve
hatalarından dolayı Allah'tan bağışlanma diler. Nitekim Hz.
İbrahim'in bir duası şu şekilde başlamaktadır:
"Rabbimiz, şüphesiz Sen, bizim saklı tuttuklarımızı da, açığa
vurduklarımızı da bilirsin. Yerde ve gökte hiçbir şey Allah'a gizli
kalmaz." (İbrahim Suresi, 38)
Mümin, istekleri ne kadar büyük olsa da herşeyin Allah'ın
kontrolünde olduğunun, Allah dilerse en imkansız gibi görünen bir
şeyin O'nun "Ol" demesi ile gerçekleşeceğinin farkındadır. Bu yüzden
de Allah'ın nimetlerine ulaşmak için hiçbir şeyi aşılmaz bir engel
olarak görmez. Aksine, her türlü zorluğu ve engeli duası ile aşar.
Duanın, istek ve ihtiyaçlarımızı Allah'a duyurmaktan başka, Allah'ı
anmanın ve yüceltmenin bir yolu olduğunu söylemiştik. Kuran'da
özellikle peygamber dualarında, Rabbimiz sıfatları ile birlikte
yüceltilmektedir. Aşağıdaki birkaç örnek, bunu görmek için
yeterlidir:
“(Süleyman) Rabbim, beni bağışla ve benden sonra hiç kimseye nasib
olmayan bir mülkü bana armağan et. Şüphesiz Sen, karşılıksız armağan
edensin. (Sad Suresi, 35)
“Rabbimiz, bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi kaydırma ve
Katından bize bir rahmet bağışla. Şüphesiz, bağışı en çok olan
Sensin Sen.” (Al-i İmran Suresi, 
(Musa yalvarıp) Dedi ki: “Rabbim, beni ve kardeşimi bağışla, bizi
rahmetine kat. Sen merhamet edenlerin en merhametli olanısın.” (Araf
Suresi, 151)
“Orada Zekeriya Rabbine dua etti: ‘Rabbim bana Katından tertemiz bir
soy armağan et. Doğrusu Sen duaları işitensin’ dedi.” (Al-i İmran
Suresi, 38)
DUADA KALIPLAŞMIŞ TEKDÜZE İFADELERDEN KAÇINMAK
Dua denilince akla, insanın Allah'ı zikretmesi, Allah'a kusurlarını
itiraf etmesi, kendisinin ve müminlerin ihtiyaçlarını duyurması
gelir. Bunun içinse duada Allah'a karşı samimi bir üslubun yaşanması
gerekmektedir.
Duada tekdüze ve kalıplaşmışifadelerin sık sık tekrarlanmasının tek
nedeni, duanın samimi bir ibadetten çıkıp, bir tür alışkanlık ya da
gelenek haline gelmişolmasıdır. Allah'ın azametini hisseden, O'nun
azabından korkan ve rızasını kazanmayı isteyen insan, kalbinden
gelen samimi ve dürüst ifadelerle O'na yönelir. Aynı şekilde
kendisini Allah'a teslim etmiş, dost ve yardımcı olarak O'nu
benimsemişolan insan, her türlü sıkıntısını ve derdini O'na açar.
"...Ben, dayanılmaz kahrımı ve üzüntümü yalnızca Allah'a şikayet
ediyorum..." (Yusuf Suresi, 86) diyen Hz. Yakub gibi, ruhundaki tüm
sıkıntılarını ve taleplerini O'na söyler, her türlü yardım ve hayrı
O'ndan ister.
Dua eden kişi bu tür bir samimiyet içerisinde değilse ve duayı
sadece yerine getirilmesi gereken bir formalite ya da icabet edilip
edilmeyeceği belli olmayan bir tılsım olarak görüyorsa, doğal olarak
kalıplaşmışifadeler kullanır. Ne demek olduğunu hiç anlamadığı ya da
üzerinde hiç düşünmediği birtakım süslü cümleleri sıralayarak
kendince bir dua edecektir. Bunun Kuran'da tarif edilen dua olmadığı
ise çok açıktır.
Oysa dua, insanın Allah ile samimi bir bağlantısıdır. Her insanın
içinde bulunduğu sorunlar, istekleri, arzuları, ruh hali birbirinden
çok farklıdır. Dua sırasında önemli olan sözcükler değil kulun o
anki ruh halidir.
Kuran’da örnek olarak gösterilen dualar, peygamberler ve müminlerin
ruh halllerini yansıtan çok samimi ve içten Allah’a yönelmelerdir.
DUADA ACELECİ DAVRANMAKTAN KAÇINMAK
İnsan fıtratı gereği aceleci bir varlıktır. Yaratılışındaki bu
acelecilik ön plana çıktığı zamanlarda da hareketlerinin sonucunu
düşünmeden davranabilmektedir. Nitekim bu yüzden Kuran'da, "İnsan
aceleden (aceleci olarak) yaratıldı. Size ayetlerimi yakında
göstereceğim. Şimdi hemen acele etmeyin" (Enbiya Suresi, 37)
şeklinde bildirilmektedir. Bu acelecilik genellikle dünya
nimetlerinin elde edilmesi konusunda ön plana çıkar.
İnsan cennete ve Allah'ın nimetlerine karşı büyük bir istek duyar.
Bu nimetlerin benzerlerinin dünyada da yaratılmışolmasının
sebeplerinden biri, cennetin özelliklerini biraz daha iyi
kavranmasını, cennete duyulan isteğin artmasını sağlamaktır. Oysa
insan hem bu nimetlere duyduğu istekten, hem de aceleci olduğundan
ötürü nefsinin arzu ettiklerinin hemen gerçekleşmesini ister.
İnsanın bu aceleciliği zaman zaman dualarına da yansıyabilir. Dua
ettiği zaman hemen duasına karşılık verilmesini ister. Duasına
karşılık alması biraz gecikirse "dua da ediyorum, ancak kabul
edilmiyor" şeklinde çok yanlışbir serzenişte bulunabilir.
Sabırsızlık, zamanla ümitsizliğe hatta duanın terkedilmesine kadar
gider.
Oysa mümin bilir ki, kendisi için neyin hayırlı olduğunu en iyi
bilen Allah'tır. "... Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için
hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir.
Allah bilir de siz bilmezsiniz" (Bakara Suresi, 216) ayeti, insana
bunu haber verir. Bu nedenle insan Allah'tan bir şeyi istediğinde,
takdiri O'na bırakmalı, O'ndan her şartta razı olmuşbir biçimde
sabırla beklemelidir. Belki dua ederek talep ettiği şey kendisine
bir fayda sağlamayacaktır, o nedenle Allah bunu kendisine
vermemektedir. Belki de o hayra ulaşması için belirli bir olgunluğa
kavuşması, bunun için de bir süre eğitilmesi gerekmektedir. Belki
Allah kendisine daha da hayırlı bir başka nimet verecektir, ama
sabrını ve sadakatini denemektedir.
Tüm bunlar dua eden insanın, duasında sabırlı ve kararlı olması,
Allah'ın rahmetinden asla ümit kesmemesi gerektiğini göstermektedir.
Nitekim Kuran'da, duada sabırlı olmaya özellikle dikkat çekilir:
"Sabır ve namazla yardım dileyin. Bu şüphesiz, huşu duyanların
dışındakiler için ağır bir yüktür." (Bakara Suresi, 45)
Kuran'da dua ederken kararlı olmak öğütlenmiştir. Dua bir ibadettir
ve duada sabır, dua eden açısından önemlidir. Sabırla dua etmek
duanın konusu olan isteklere olan ihtiyacın, bu konudaki sıkıntının,
daha önemlisi Allah'a olan yakınlığın arttığının göstergesidir.
Duada sabır göstermek mümini olgunlaştırır, güçlü bir irade ve
karakter kazandırır. Duada sabır gösteren mümin, duasının
karşılığını, istediği şeylerin birçoğundan daha değerli olan, derin
bir manevi hal kazanarak alır.
Peygamberlerin çoğu Allah'a olan taleplerini kimi zaman yıllar boyu
hiç durmadan duayla ifade etmişler, Allah ise onlara istediklerini
kimi zaman yıllar sonra vermiştir. Hz. Yakub'un, oğlu Hz. Yusuf'a
kavuşması, Hz. Yusuf'un yıllar boyu kaldığı zindandan kurtularak güç
ve iktidar sahibi olması, Hz. Eyüp'ün şeytanın kendisine
dokundurduğu azaptan kurtulması, bunların hepsi büyük sabır
örnekleridir.
Allah bu salih kullarının dualarının karşılığını belirli bir süre
ertelemekle onlara hayır dilemiş, onları bu sayede olgunlaştırmış,
eğitmiş, sadakat ve ihlaslarını pekiştirmiş, onları cennette yüksek
makamlara layık kullar haline getirmiştir.
Bu nedenle yaptığı bir duanın karşılığını görmek için aceleci
davranmak asla ve asla bir mümine yaraşmaz. Müminin yegane görevi
Rabbimize kul olması ve O'nun kendisi için belirlediği kadere rıza
göstermesidir. İşte salih bir mümin duasını, bu kulluk vazifesinin
bir parçası olarak yapmalıdır.
DUANIN KONUSU SADECE DÜNYEVİ NİMETLER DEĞİLDİR
Dua ederken dünya hayatımız için de isteklerde bulunmalı mıyız,
yoksa "dünyadan geçip" de sadece ahiret hayatına mı yönelmeliyiz?
Allah samimi müminler için her ikisini de hayırlı görmüştür. Elbette
ki dünya hayatı son bulacak olan çok kısa bir hayattır. Her nimetin,
kişiyi Allah'a yakınlaştırma ve şükretmesine vesile olma ihtimali
vardır. Bir nimete bakılarak cennet tefekkür edilebilir, Allah'ın
sıfatları hatırlanabilir, Allah'ın şanı yüceltilebilir. İşte bu
sebepten ötürü Allah müminlere hem dünya hayatları için, hem de
ahiret hayatları için dua etmelerini öğütler. Sadece dünya hayatının
geçici süsüne yönelip ahireti unutmamaları için de onları uyarır.
Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:
“... İnsanlardan öylesi vardır ki: “Rabbimiz, bize dünyada ver” der;
onun ahirette nasibi yoktur. Onlardan öylesi de vardır ki:
“Rabbimiz, bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik (ver) ve
bizi ateşin azabından koru” der. İşte bunların kazandıklarına
karşılık nasibleri vardır. Allah, hesabı pek seri görendir.” (Bakara
Suresi, 200-202)
İnsan, kendi dünyasına ait şeyler için istekte bulunur. Ne için
yaşıyorsa, onu en çok ne ilgilendiriyorsa, neye daha fazla vakit
harcıyorsa duasını da onlar için eder. Allah için yaşayan bir
insanın amacı Allah'ın kendisinden istediklerini yerine getirmeye
çalışmaktır. Bu nedenle duası da o yönde olur.
İnsanın dünyaya ait istekleri gerçekleşebilir. Ama bunlar, az önce
belirttiğimiz gibi, kendisi için sandığı gibi hayırlı olmayabilir.
Para için istekte bulunur. Ama sonrasında para onun inkarını
arttırıcı bir meta olabilir. Çünkü tam anlamıyla maddiyatın put
edinildiği bu çevrede muhatap olduğu ve olacağı herşey ve neredeyse
herkes tam anlamıyla dinin gerekleriyle tezat teşkil edecektir.
İstek, dünyevi bir istektir ve karşılığını dünyada görecektir.
Ahiretteki karşılığı ise hiç de umduğu gibi çıkmayabilir. İşte dünya
hayatının çekici özelliklerinden bazıları bir ayette şöyle
sıralanır:
"Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmışaltın ve gümüşe, salma
güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet
insanlara 'süslü ve çekici' kılındı. Bunlar, dünya hayatının
metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah Katında olandır." (Al-i
İmran Suresi, 14)
Dünyada bu dünyevi istek ve tutkuların gerçekleşmesinin insana
getirdiği belli birtakım kazançlar elbette vardır. Ama dünyadaki bu
kazançlar ahiret için birer kayıp olabilirler. Dünyevi isteklerin
ahiret için de bir kazanç sağlayan yönleri vardır. Buna en güzel
örnek peygamberlerdedir.
Bu kutlu insanlar, dünya hayatının geçici metaı olan kazançları
sadece Allah'ın rızasını kazanmak için istemişlerdir. Bunların en
başlıcaları maddiyat, soyun devamı, toplumda belirli bir statü
edinmek gibi konulardır.
Peygamberlerin istekleri tamamen Allah'ı hoşnut etmeye yöneliktir.
Hiçbir peygamber çocuk edinmeyi, kendisinden sonra adını devam
ettirme ayrıcalığını edinebilmek için istememiştir. Çocuğu, sadece
kendilerinden sonra iman edenlere önder olması için istemişlerdir.
Buna karşılık kendi soyunun devamını dünyada böbürlenme uğruna
isteyen bir kişinin bu isteği, ahirette kendisi için bir şer olur.
Çünkü ancak kendi hırs ve üstünlük isteğini tatmin için böyle bir
istekte bulunmuşve bu isteği Allah'ı anmasını engellemiştir. Allah
bu isteğin karşılığını dünyada verir, ama ahirette nasibi
olmayabilir.
Sadece dünya nimetlerini isteyerek yapılan dua bir mümin davranışı
olmadığı gibi, Allah'a karşı büyük bir samimiyetsizliktir.
Müminlerin asıl hedefleri cennettir. Dua eden insan eğer gerçekten
müminse, asıl yurdu olan cenneti unutarak tüm duasını geçici olarak
bulunduğu dünya hayatının nimetlerine yoğunlaştırmamalıdır.
Allah'tan hem dünyada, hem ahirette güzellik istemelidir.
DUALAR KİŞİSEL DEĞİL, TÜM MÜMİNLER İÇİN OLMALIDIR
Cahiliye toplumunda insanlar mal, servet, evlat, eşve huzurun en
iyisinin kendilerinde olmasını isterler. Zaman zaman yakın
arkadaşlar olarak tanınan kişilerin, hatta akrabaların arasında bile
kıskançlıktan, hasetten kaynaklanan çekişmelerin yaşandığına ve
insanların kendilerine rakip olarak görebilecekleri herkese zarar
vermeye çalıştığına şahit olmuşuzdur.
Oysa Kuran'da tarif edilen mümin modelini yaşayan insan hem dünya
hayatındaki güzellikleri, hem de ahiretteki nimetleri diğer
müminlerle birlikte yaşar. Dünyada nimetler kısıtlı olduğundan
bunları onlarla paylaşması, bazen de kendi nefsinden fedakarlık
yaparak kardeşine ikram etmesi gerekebilir. Nitekim Kuran'da mümin
vasıfları tanıtılırken bu özelliğe de ayrıca dikkat çekilir. Bir
ayette şöyle buyrulmaktadır:
"... Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz
nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin 'cimri ve bencil
tutkularından' korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş)
bulanlardır." (Haşr Suresi, 9)
Müminlerin birbirlerine olan bu düşkünlükleri, birbirlerinin iyiliği
için çaba sarf etmelerinin önemi Kuran'ın başka ayetlerinde de
tekrarlanmaktadır:
"Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velileridirler.
İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar,
zekatı verirler ve Allah'a ve Resûlü'ne itaat ederler. İşte Allah'ın
kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve
güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir." (Tevbe Suresi, 71)
Müminler arasındaki tesanüd, elbette ki dualarına da yansımaktadır.
Öncelikle dikkat çeken, Kuran'daki müminlerin, dualarında Allah'a
hitap ederken çoğunlukla "ben" değil, "biz" demeleridir. Yani dua
eden bir mümin, Allah'tan istediği herşeyi sadece kendisi için
değil, tüm müminler için istemektedir. Elbette ki insan kişisel
olarak da Allah'a dua eder. Her türlü nimete ulaşabilmek için,
hatalarının düzelmesi için, kıyamet günü hor ve aşağılık kılınmamak
için, cehennem azabından kurtulmak için Allah'tan yardım
isteyebilir. Ama bunun yanında birçok konuda da kendisi için
istediklerini diğer müminler için de istemesi, Kuran'da örnek olarak
gösterilen bir vasıftır. Aşağıdaki birkaç ayet, bu konuda yol
göstericidir:
"... Rabbimiz, unuttuklarımızdan veya yanıldıklarımızdan dolayı bizi
sorumlu tutma. Rabbimiz, bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi
ağır yük yükleme. Rabbimiz, kendisine güç yetiremeyeceğimiz şeyi
bize taşıtma. Bizi affet. Bizi bağışla. Bizi esirge, Sen bizim
mevlamızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et." (Bakara
Suresi, 286)
"Rabbimiz, bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi kaydırma ve
Katından bize bir rahmet bağışla. Şüphesiz, bağışı en çok olan
Sensin Sen. Rabbimiz, kendisinde şüphe olmayan bir günde insanları
gerçekten Sen toplayacaksın. Doğrusu Allah, va'dinden cayıp-dönmez."
(Al-i İmran Suresi, 8-9)
"Rabbimiz, biz indirdiğine inandık ve elçiye uyduk. Böylece bizi
şahidlerle beraber yaz." (Al-i İmran Suresi, 53)
|