>


   
  BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM ***www.yergokduaile.tr.gg***
  ALLAH'TAN NİÇİN KORKMALI??
 

MÜ'MİNLER ALLAH(C.C.) TAN NİÇİN KORKARLAR



Müminlerin Allah'tan korkma sebeplerine geçmeden önce, önceki bölümlerde de
vurguladığımız bir noktayı tekrar hatırlatmakta fayda görüyoruz. Allah korkusu,
müminin imanını, şevkini, Allah'a olan sevgi ve saygısını coşturan bir duygudur.
Kişiyi Allah'ın razı olmayacağı bir tavır içine girmekten sakındıran, nefsinin
taşkınlıklarını, sınır tanımaz kötülüklerini dizginleyen, sürekli iyilik yönünde
harekete geçiren bir korkudur.
Bu korku onu Allah'ın azabından uzaklaştıran, Allah'ın rızasına, rahmetine ve
cennetine yaklaştıran, bundan dolayı da çok büyük bir manevi haz içeren bir
korkudur. Mümini Allah'ın sınırlarını korumada, Allah'ın rızasını aramada son
derece yüksek bir şuura, uyanıklığa ve titizliğe iletir. Sonuçta müminin
dünyadaki bu korkusu, onu kıyamet gününün korkusundan ve cehennemdeki ebedi
korku ve dehşetten kurtaracaktır. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır:
... Artık bunların ecirleri Rableri Katındadır, onlara korku yoktur ve onlar
mahzun olmayacaklardır. (Bakara Suresi, 274)

Allah'ın tehdidinden ve azabından korkan müminler, O'nun emir ve hükümlerine son
derece titizlikle uydukları için, Allah'ın beğendiği üstün bir ahlaka sahip
olurlar. Mütevazi, hoşgörülü, ince düşünceli, fedakar, aklı ve şuuru açık,
Allah'ın yaratmasındaki üstünlükleri en güzel biçimde takdir edebilen, yüksek
bilince ve büyük bir duyarlılığa sahip ideal bir yapı geliştirirler. Kısaca
Allah korkusu müminleri ruhen zenginleştiren, onları cennete layık bir
duyarlılığa eriştiren, son derece ince hikmetlerle donatılmış asil bir duygudur;
ebedi mükafat ve mutluluğun anahtarıdır.

Allah'ın Yüce Makamından Korkarlar

Allah'ı Kuran'da tanıtıldığı gibi tanıyan ve samimi olarak O'nun sıfatları
hakkında düşünen bir mümin en başta Allah'ın bizzat Kendisi'nden, üstün ve
şerefli makamından içi ürpererek korkmaya başlar. Allah'ın heybet ve
azametinden, sonsuz kudret ve üstünlüğünden ötürü, O'nun zatına karşı son derece
saygı ve hayranlık dolu bir korku besler. Bu korku, Allah'ın üstün ve yüce
makamının bilincinde olan müminin kalbinde doğal olarak oluşan bir korkudur. Bu
korkunun derecesi kişinin imanının ve tefekkürünün derinliği derecesinde artar.
Bu saygı dolu korku Kuran'da haşyet olarak da tanımlanır.<

Allah sonsuz güç sahibidir, sonsuz bir ilme ve sonsuz bir akla sahiptir,
dilediğini dilediği gibi yapar; Kendisi yaptığından sorulmaz, fakat O, insanları
yaptıklarından sorguya çekecektir. Rabbimiz alemlerden müstağnidir, hiç kimseye
ihtiyacı yoktur, fakat tüm varlıklar O'na muhtaçtır. Herkesi ve herşeyi yoktan
var eden ve her an varlıkta tutan Allah'tır; herşeyin ve herkesin sahibi O'dur,
dilerse herkesi yok edip yerine başkalarını yaratabilir. Hiçbir şeyi unutmaz;
Allah bir şeyi diledi mi ona ol; der ve olur, O'na hiçbir şey güç gelmez. Tüm
bu sonsuz üstünlüklerin sahibi olan Allah'a karşı değil isyankar bir tavır
almak, O'nu unutarak bir an geçirmek bile şuurlu bir insanın cesaret edebileceği
bir şey değildir.

Allah'ı Kuran'da tanıtıldığı gibi tanıyan ve O'nun kudretini gereği gibi takdir
eden bir insan Allah'tan saygıyla sakınır ve O'nun azametinden korkuya kapılır.
Mümin Allah'ın büyüklüğünü, azametini, kudretini bildiği gibi İntikam alan
Kahreden;Azap veren;Zillete düşüren sıfatlarını da bilir. Allah'ın
rızasına ters düşen bir tavır ya da konuşmanın karşılıksız kalmayacağını bilir.
Allah'ın her an herşeyden haberdar olduğunu, her yeri sarıp kuşattığını,
kendisine şah damarından yakın olduğunu bilerek hareket eder.

İşte Allah müminin bu güzel tavrına karşılık onu dünyada ve ahirette ebediyen
rahmeti, rızası ve cennetiyle ödüllendirir:

Rabbin makamından korkan kimse için ise iki cennet vardır. (Rahman Suresi, 46)

Elbette ki Allah'ı hakkıyla takdir edebilmek için Kuran ayetlerini çok iyi
bilmek gerektiği gibi, O'nun dış dünyadaki ayetlerini -delillerini- de iyi bilip
tanımak şarttır. En küçük bir atomdan ya da bir canlı hücresinden dev yıldızlara
hatta galaksilere kadar Allah'ın sayısız yaratılış delilleri hakkında detaylı
bilgi sahibi olmak insanın Allah korkusunu artırır. Çünkü bunları bilmek
kişinin, Allah'ın yarattığı şeylerde tecelli eden sonsuz aklına, gücüne, ilmine
çok daha yakından şahit olmasını, Allah'ın kudretini, diğer insanlara göre, çok
daha fazla takdir edebilmesini sağlar. Bu da O'na karşı duyduğu korku ve
haşyetin kat kat artmasına vesile olur. İşte Allah bu sırrı bir ayetinde şöyle
açıklar:

... Kulları içinde ise Allah'tan ancak alim olanlar 'içleri titreyerek-korkar'.
Şüphesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, bağışlayandır. (Fatır Suresi, 28)

Allah'ın Tehdidinden Korkarlar

Allah bir ayetinde müminin, Kendi makamından korktuğu gibi, tehdidinden de
korktuğunu belirtir:
... İşte bu, makamımdan korkana ve tehdidimden korkana ait (bir ayrıcalıktır).
(İbrahim Suresi, 14)<

Allah'ın tehdidi, Rabbimize iman ve itaat etmeyen, O'nun rızasını gözetmeyen,
emir ve yasaklarını tanımayanlar için vaat ettiği maddi, manevi sonsuz bir
azaptır. Bunun yeri de cehennemdir. Mümin, bu dünyada hiç kimsenin Allah'ın
azabından emin olamayacağını çok iyi bilir. Bu yüzden Allah'ın, inkarcılara vaat
ettiği cehennemdeki dayanılmaz ve sonsuz azaba düşmekten korkar. Müminlerin bu
ruh hali Kuran'da şöyle tarif edilir:

Onlar, din gününü tasdik etmektedirler. Rablerinin azabına karşı (daimi) bir
korku duymaktadırlar. Şüphesiz Rablerinin azabından emin olunamaz. (Mearic
Suresi, 26-28)

Allah'tan içleri titreyerek korkan müminler, Kuran'ı okurken cehennemle ilgili
ayetlerin hepsini tek tek kendi nefisleri üzerinde düşünürler. Zira Kuran
ayetlerinde, Allah'ın sürekli müminlere hitab eden uyarıp korkutmaları yer alır;
inkarcılar ise zaten Allah'ın kitabını okumazlar, okusalar da gereği gibi
kavrayamazlar. Dolayısıyla müminler, bu ayetlerin Allah'ın mümin kullarını
uyarmak ve onları cehennemden sakındırmak için olduğunu düşünürler. Çünkü,
Kuran'dan öğüt alabilecek ve Allah'ın azabından korkup sakınabilecek yalnızca
kendileridir. Bundan dolayı da diğer insanları değil, Kuran'da övülen takva
sahibi müminleri ve üstün ahlak sahibi peygamberleri kendilerine örnek alırlar.
İşte bunun doğal bir sonucu olarak cehennem ayetleri diğer insanları
ilgilendiriyor, ben ise müminim gibi kendinden emin bir ruh hali içine
girmezler. Elbette imanlarından dolayı Allah'tan daima kurtuluşu ve rahmetini
umarlar. Ancak bu, … Rablerine korku ve umutla dua ederler…(Secde Suresi, 16)
ayetinde dikkat çekildiği gibi yine korkuyla karışık bir ümittir.

Allah Kuran'da insanları cehennemden sakındırmak için pek çok uyarı ve
hatırlatmada bulunmuştur. Belki korkup sakınırlar diye inkarcıları ahirette
karşılaşacakları azapla tehdit etmiştir. Bu Kuran'da şöyle vurgulanır:

... Gerçekten hüsrana uğrayanlar, kıyamet günü hem kendilerini, hem yakınlarını
hüsrana uğratanlardır. Haberiniz olsun; bu apaçık olan hüsranın kendisidir.
Onların üstlerinde ateşten tabakalar, altlarında da tabakalar vardır. İşte
Allah, Kendi kullarını bununla tehdit edip-korkutuyor. Ey kullarım öyleyse
Benden sakının. (Zümer Suresi, 15-16)

Gerçek şu ki Allah insanları gerek ayetleriyle, gerek elçileri aracılığıyla,
gerekse yaşadıkları olaylarla Kendisi'nden sakındırır. Onlara çağrıda bulunur,
azabıyla korkutur. Ama bu uyarılar

... Biz onları korkutuyoruz. Fakat (bu)
onlarda büyük bir azgınlıktan başka birşey artırmıyor.(İsra Suresi, 60)
ayetinin bir tecellisi olarak inkarda diretenlere bir fayda sağlamadığı gibi,
kaçışlarını daha da artırır. Ve o zaman da yalanladıkları azap üzerlerine hak
olur. Allah ayetlerde şöyle buyurmaktadır:

Sen buna müstahaksın, dahasına müstahaksın. Yine müstahaksın, dahasına da
müstahaksın. İnsan, 'kendi başına ve sorumsuz' bırakılacağını mı sanıyor?
(Kıyamet Suresi, 34-36)


Dünyada bulundukları süre içinde Allah korkusundan uzak yaşayan ve Allah'ın
azabını yalanlayanlar, hesaba çekildikten sonra kitaplarını sol yanlarından
alırlar ve bu an artık haklarında hükmün verildiği ve sonsuz azaba mahkum
oldukları andır. Bölük bölük cehenneme sevk başlar. Daha ulaşmadan başlarına
geleceklerin korkusu tüm benliklerini kaplar. Psikolojik olarak tamamen çökmüş
durumdadırlar. Sürüklenerek cehennemin kapısına varırlar. O anı Allah
ayetlerinde şöyle bildirir:

İnkar edenler, cehenneme bölük bölük sevk edildiler. Sonunda oraya geldikleri
zaman, kapıları açıldı ve onlara (cehennemin) bekçileri dedi ki:

Size
Rabbinizin ayetlerini okuyan ve bugünle karşılaşacağınızı (söyleyip) sizi uyaran
elçiler gelmedi mi?Onlar: Evet.dediler. Ancak azap kelimesi kafirlerin
üzerine hak oldu. Dediler ki:

İçinde ebedi kalıcılar olarak cehennemin
kapılarından (içeri) girin. Büyüklüğe kapılanların konaklama yeri ne kötüdür.

(Zümer Suresi, 71-72)

Bu şekilde bir daha asla çıkmamak üzere cehennemin kapılarından içeri girerler.
Cehennemin kapıları üzerlerine kapatılır ve kilitlenir. Hiçbir kaçış imkanı
yoktur. Artık bedenleri ve ruhları sonsuza kadar dayanılmaz acılar içinde
kıvranacaktır. Ama uğrayacakları azapların hiçbiri onları öldürmeyecektir. Her
seferinde derileri yenilenecek ve onlar işlerinin bitirilmesini isteyecek ama
kendilerine şöyle cevap verilecektir:

(Cehennem bekçisine:) &quot;Ey Malik (bekçi), Rabbin bizim işimizi bitirsin&quot; diye
haykırdılar. O: &quot;Gerçek şu ki siz, (burada) kalacak kimselersiniz&quot; dedi. (Zuhruf
Suresi, 77)

Cehennemdeki azapların farklı çeşitleri vardır. Bunların her biri insanın hayal
gücünün ötesindedir. İnkarcı cehennemin odunu olur (Cin Suresi, 15), ateşin
üstünde tutulup mum gibi eritilir, yüzü ateşte evrilip çevrilir, elleri bağlı
olarak ateşin dar yerine atılır, haşlanır, dağlanır, bu haldeyken demirden
kamçılarla kırbaçlanır, katrandan elbiseler giyer, ateşten yataklara yatırılır,
üstüne ateşten örtüler örtülür, darı dikeni ve zehirli zakkum yer, kan ve irin
içer, başından aşağı kaynar su dökülür, içirilen kaynar su bağırsaklarını parça
parça koparır, ateş yüzünü yalar, dişleri sırıtır halde kalır, nefes alıp
vermesi bile kahır doludur. Bütün bunlar bir daha son bulmayacak olan fiziksel
azabın sadece bir parçasıdırlar.

Cehennem ehli fiziksel olduğu gibi psikolojik olarak da acı çeker. Çaresizlik,
ümitsizlik, pişmanlık, aşağılanma, rezil olma, küçük düşme, horlanma, öfke, kin
ve çekişme duygularının karışımı sonucunda yaşadıkları azap da bir yandan
kendilerini yer bitirir. Onca kalabalığın arasında herkes yalnızdır ve birbirine
düşmandır. Sürekli birbirlerini lanetlerler. Çığlıklar, haykırışlar,
yalvarmalar, kahır dolu inlemeler birbirine karışır.

Ancak şunu unutmayın: Cehennemde bu azapları yaşayanlar başka yaratıklar
değildir. Dünyada sokaktan geçerken gördüğünüz, bir kısmını tanıdığınız
bildiğiniz insanlardır. Hiçbir şey değişmemiştir, tümü aynı şuur açıklığında
insanlardır. Belki de hiç ummadıkları bir anda ölüm melekleri canlarını almış ve
kendilerini yaptıklarının karşılığını öderken bulmuşlardır. Allah'ın
yarattıkları arasında, Allah'ın bu büyük tehdidinin şuurunda olup sürekli korku
ve ümit içinde yaşayanlar ise yalnızca müminlerdir:

Onlar: &quot;Rabbimiz, cehennem azabını bizden geri çevir; gerçekten, onun azabı
ödenmesi kaçınılmaz bir borç (veya sürekli bir acıdır) derler. (Furkan Suresi,
65)



Allah'ın Rızasını ve Sevgisini Kaybetmekten Korkarlar

İçli ve derin bir Allah sevgisine sahip olan müminler bu sevgiyi besleyen en
önemli duygunun yine içli, derin ve saygı dolu bir korku olduğunu gayet iyi
bilirler. Allah sevgisinin tarifsiz manevi hazzını tadan müminler, Allah'a karşı
bir hata ya da kusur işleyerek en çok sevdikleri varlığın sevgisini ve
hoşnutluğunu, dostluğunu kaybetmekten çok korkarlar.

Allah korkusu aynı zamanda Allah sevgisinin de kaynağıdır. Çünkü Allah sevgisi
ancak Allah'a yakınlaşmakla, Allah'la içli ve samimi bir bağlantı içine girmekle
gerçekleşir. Allah'a yakınlaşmak ise O'nun sevgi ve rızasını kazanmakla, yani
O'nun sınırlarını korumakla ve O'nun emirlerini yerine getirmekle mümkündür. Bu
ise Allah korkusu olmadan elde edilebilecek bir durum değildir. Çünkü Allah'tan
korkmayan bir insanın nefsi, onu sürekli olarak Allah'ın razı olmadığı şeyleri
yapmaya, razı olacağı şeylerde ise ihmal ve gevşeklik göstermeye sürükler. Bu
yüzden Allah rızasını kazanmanın yegane yolu Allah korkusudur. Bu, Allah'ın
koyduğu bir kanundur. O halde Allah'tan gereği gibi korkmadan O'nun sevgisini ve
rızasını kazanacağını sanmak büyük bir cahillik ve aldanış olacaktır.

Her şey den önce Allah Kendisi'nden korkmalarını insanlara emretmiştir. Bu yüzden,
Allah'ın bu emrini göz ardı edip, yalnızca Allah'ı sevmenin yeterli olduğunu
söylemenin hiçbir mantığı olamaz. Allah'tan korkmadığı halde O'nu sevdiğini
söyleyen bir kimse gerçekte kendini kandırmaktan, vicdanını rahatlatmaya
çalışmaktan başka bir şey yapmaz. Allah sevgisi dediği şey, kendi ilkel ve
yüzeysel bakış açısıyla kafasında kurduğu bir sevgi türüdür. Gerçek Allah
sevgisiyle hiçbir ilgisi yoktur. Allah'ı gerçekten çok seven bir insan O'nun
emirlerine uyma konusunda son derece titiz ve kararlı olur. Allah Kendisi'nden
korkulmasını emrederken, bunun gerekli olmadığını savunan bir insan, ancak
kendisini aldatabilir. Üstelik bu akılsızca iddianın oruca, namaza, ibadete
gerek yoktur demekten hiçbir farkı bulunmamaktadır. Böyleleri, sadece Allah
korkusu konusunda değil, Allah'ın birçok emrini uygulamamak için de çeşitli
bahanelere başvururlar.

Allah'ın Dünyada da Karşılık Verebileceğini Bilirler

Kuran'da, Allah'ın kimi insanları işledikleri suçlar nedeniyle cezalandırmasıyla
ilgili pek çok örnek aktarılmıştır. Allah kendilerine birçok fırsat verdiği
halde inkarda direnen insanlar, yaptıklarının karşılığını daha dünyadayken
almışlar ve insanların gözleri önünde ibret kılınmışlardır.

Bu ibret kılınma, kendisine Allah büyük bir mülk ve hazine verdiği için şımaran
ve büyüklüğe kapılan Karun'un kıssasında özellikle vurgulanır. İnsanlar önce güç
sahibi sandıkları Karun'a büyük bir hayranlık duymuşlar ama sonra Allah'a karşı
korkusuzca büyüklenmesinden dolayı uğradığı sonu görünce gerçeği anlamışlardır.
Karun azgınlığının karşılığını kimsenin hiç ummadığı bir zamanda, görülmemiş bir
şekilde almış ve insanlara büyük bir ibret olmuştur:

Böylelikle kendi ihtişamlı-süsü içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını
istemekte olanlar: Ah keşke, Karun'a verilenin bir benzeri bizim de olsaydı.
Gerçekten o, büyük bir pay sahibidir dediler. (Kasas Suresi, 79)

Sonunda onu da, konağını da yerin dibine geçirdik. Böylece Allah'a karşı ona
yardım edecek bir topluluğu olmadı. Ve o, kendi kendine yardım edebileceklerden
de değildi.Dün, onun yerinde olmayı dileyenler, sabahladıklarında: Vay, demek
ki Allah, kullarından dilediğinin rızkını genişletip-yaymakta ve
kısıp-daraltmaktadır. Eğer Allah, bize lütfetmiş olmasaydı, bizi de şüphesiz
batırırdı. Vay, demek gerçekten inkar edenler felah bulamaz demeye başladılar.
(Kasas Suresi, 81-82)

Kuran'ın genelinde vurgulanan ve Karun kıssasında da özel olarak dikkat çekilen
nokta, Allah'ın nice görkemli, güç sahibi toplulukları dünyada azaplandırması ve
bununla insanlara Allah'ın azabından kendilerini koruyamayacaklarını
göstermesidir. Bu gerçek başka birçok ayette bildirilmiştir:

Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı? Böylece kendilerinden öncekilerin nasıl bir
sona uğradıklarını görsünler. Onlar, güç bakımından kendilerinden daha üstün
idiler... (Rum Suresi, 9)

... Bilmez mi ki gerçekten Allah, kendisinden önceki nesillerden kuvvet
bakımından kendisinden daha güçlü ve insan-sayısı bakımından daha çok olan
kimseleri yıkıma uğratmıştır... (Kasas Suresi, 78)

Onlardan önce nice insan nesillerini yıkıma uğrattık, onlar mal bakımından da,
gösteriş bakımından da daha güzeldiler. (Meryem Suresi, 74)

Mümini diğer insanlardan farklı kılan şey tüm bunların şuurunda olup Allah'tan
içi titreyerek korkması ve sakınarak hareket etmesidir. Bir hata ya da günah
işlediğinde Allah'ın o anda bunun karşılığını vermeyeceğinden emin olamayacağı
için hemen Allah'a yönelip tevbe eder, Allah'tan bağışlanma diler ve
pişmanlığını dile getirir.

Mümin, Allah'tan çok korkar ama bununla birlikte Allah'ın sonsuz merhametine de
güvenir. Bu, sadece ahireti düşünmenin getirmiş olduğu bir duyarlılıktır.

Allah Kuran'da bunun tam tersinden yani kendilerine azabın geldiğini gördükleri
halde hiç üstlerine kondurmayan ve aynı tavırlarını devam ettiren insanların
durumundan şöyle bahseder:

Derken, onu (azabı) vadilerine doğru yönelerek gelen bir bulut şeklinde
gördükleri zaman, Bu bize yağmur yağdıracak bir buluttur dediler. Hayır, o
kendisi için acele ettiğiniz şeydir. Bir rüzgar, onda acı bir azab
vardır.Rabbinin emriyle herşeyi yerle bir eder. Böylece meskenlerinden başka,
hiçbir şey(leri) görünemez duruma düştüler. İşte Biz, suçlu-günahkar bir kavmi
böyle cezalandırırız. (Ahkaf Suresi, 24-25)

Sonuç olarak Kuran'a baktığımızda görüyoruz ki yapılan hiçbir kötülük ve günah -tevbe
edilip vazgeçilmediği sürece- Allah'ın yüce adaletinin gereği, karşılıksız
kalmamaktadır. Ama bu karşılık, kimi zaman dünyada insanlara erişmekte, kimi
zaman da hesap gününde ortaya çıkmaktadır. Nankörlük edip de yaptıklarından
vazgeçmeyenler Allah'ın kendilerini bir anda yakalayabilecek azabından asla
güvende olmamalıdırlar. Bu durum Kuran'da şöyle bildirilmiştir:

Kara tarafında sizi yerin dibine geçirmeyeceğinden veya üzerinize taş yığınları
yüklü bir kasırga göndermeyeceğinden emin misiniz? Sonra kendinize bir vekil
bulamazsınız. Veya sizi bir kere daha ona (denize) gönderip üzerinize kırıp
geçiren bir fırtına salarak nankörlük etmeniz nedeniyle sizi batırmasına karşı
emin misiniz? Sonra onun öcünü Bize karşı alacak (kimseyi de) bulamazsınız. (İsra
Suresi, 68-69)

Bir insan sorumsuzca bir yaşam süremez. Çünkü insan başıboş değildir. Allah'a
karşı sorumludur. Bunu reddederse çok şiddetli bir karşılık görür. Tüm güç
Allah'ın elindeyken böyle bir cürette bulunmak o kişinin Allah'ın kadrini
hakkıyla takdir edememesinden başka bir şey değildir. Çünkü Allah dilese o anda
kişiden tüm nimetlerini çekip alabilir. Allah ayetlerinde insanlara, ellerindeki
her türlü nimetin bir anda alınabileceğini şöyle hatırlatmıştır:

Eğer dilemiş olsaydık, gözlerinin üstüne bastırır-kör ederdik, böylece yola
dökülüp-koşuşurlardı. Fakat nasıl göreceklerdi ki?Eğer dilemiş olsaydık,
oldukları yerde (en görkemli çağlarında) onları bir başka kalıba sokardık;
böylece ne ileri gitmeye, ne geri dönmeye güç yetirebilirlerdi. (Yasin Suresi,
66-67)
Gerçek budur, insan sahip olduğu herşeyi, aldığı her nefesi, yaşadığı her anı
Allah'a borçludur. İşte müminler bu gerçeklerin farkında olduklarından,
Allah'tan, Allah'ın sınırlarını aşmaktan daimi bir korku duyarlar.



Ölüme Hazırlıksız Yakalanmaktan Korkarlar


İnsan ölümlü bir varlıktır. Ancak ortalama 60 sene gibi kısa bir süre dünyada
kalacaktır. Bundan sonra ise kendisi için sonsuz bir hayat başlayacaktır. Bu
sonsuz hayatı, ya nimetlerle donatılmış cennetler içinde ya da insanın ruhuna ve
bedenine acı vermek için özel olarak yaratılmış bir azap mekanı olan cehennemin
içinde sürüp gidecektir. Allah dilediği an insanın dünyadaki yaşamına son verip,
ahirete geçirebilir. Emin olun ki bu geçiş, bir göz açıp kapaması kadar çabuk
gerçekleşecektir.
İnsan öleceği, imtihanının son bulacağı ve hakkında kesin hüküm verileceği
zamanı bilemez. Bu yüzden bu an geldiğinde hazırlıksız yakalanmaktan, hesabını
veremeyeceği, ihmal ettiği, ertelediği, gevşek tuttuğu konuların olmasından çok
korkup sakınması gereklidir. Çünkü ölüm melekleri geldiklerinde artık
eksiklerini tamamlama, yapması gerekenleri telafi etme gibi bir imkan
olmayacaktır. O ana kadar yapıp ettikleri yanına kar ya da zarar olarak kalacak
ve bunlardan hesaba çekilerek hakkında hüküm verilecektir.

Ölüm geriye dönüşü olmayan bir gerçektir. Kişiye, öğüt alıp düşünen bir
kimsenin öğüt alabileceği kadar&quot; (Fatır Suresi, 37) süre tanınmıştır. Ölüm
geldiği anda bu süre tamamlanmıştır. Kişi ne kadar yalvarıp yakarsa da kendisine
bir fırsat daha tanınmaz. Allah'a karşı yerine getirmediği sorumluluklarını
yerine getirmesi için ek bir süre verilmez. Allah, böyle bir gaflete ve
ihmalkarlığa düşmemeleri için müminleri şöyle uyarmıştır:

Sizden birinize ölüm gelip de:Rabbim, beni yakın bir süreye kadar geciktirsen
ben de böylece sadaka versem ve salihlerden olsam demezden önce, size rızık
olarak verdiklerimizden infak edin. Oysa Allah, kendi eceli gelmiş bulunan
hiçbir kimseyi kesinlikle ertelemez. Allah, yaptıklarınızdan haberdârdır. (Münafikun
Suresi, 10-11)

İnsan, hiçbir zaman kendini ve yaptıklarını yeterli görmemeli, ölümün her an
gerçekleşebileceğinin bilincinde olarak, geri dönüşü olmayan bir sona
hazırlıksız yakalanmaktan korkmalı, her anını Allah'ın sınırlarını en fazla
gözetmeye çalışarak geçirmelidir.

Hesap Gününden Korkarlar

İman etmekte olanların Allah'a ve kıyamet gününe karşı besledikleri korku ayette
şöyle tarif edilmektedir:

Onlar, Rablerine karşı gayb ile (O'nu görmedikleri halde) bir haşyet
içindedirler ve onlar, kıyamet saatinden 'içleri titremekte olanlardır.' (Enbiya
Suresi, 49)

Bir başka ayette de, iman edenlerin hesap gününe karşı içlerinde taşıdıkları
korkudan şöyle bahsedilir:

(Öyle) Adamlar ki, ne ticaret, ne alış-veriş onları Allah'ı zikretmekten,
dosdoğru namazı kılmaktan ve zekatı vermekten 'tutkuya kaptırıp alıkoymaz';
onlar, kalplerin ve gözlerin inkılaba uğrayacağı (dehşetten allak bullak
olacağı) günden korkarlar. (Nur Suresi, 37)

Allah korkusundan uzak yaşayan insanların yaşamları boyunca göz ardı ettikleri,
müminlerin ise sakınarak hareket ettikleri hesap anı geldiğinde, kişinin dünyada
yaptıkları birer birer kendisine gösterilecektir. Dünyada bulunduğu süre içinde
her yaptığı, her niyeti gözler önüne serilecektir. Üstelik en ufak bir ayrıntı
bile unutulmadan...

O gün insanlar, amelleri kendilerine gösterilsin diye, bölük bölük
fırlayıp-çıkarlar. Artık kim zerre ağırlığınca hayır işlerse, onu görür. Artık
kim zerre ağırlığınca bir şer (kötülük) işlerse, onu görür. (Zelzele Suresi,
6-8)

İşte o anda, Allah'tan korkup sakınmadan sorumsuzca bir ömür sürenler, başlarına
gelecekleri anlamışlardır. Korku ve pişmanlıktan ölmeyi, yok olmayı isterler.
Yaşadıkları yıkım ayetlerde şöyle anlatılır:

Kitabı sol eline verilen ise; o da, der ki: Bana keşke kitabım verilmeseydi.
Hesabımı hiç bilmeseydim. Keşke o (ölüm herşeyi) kesip bitirseydi. Malım bana
hiçbir yarar sağlayamadı. Güç ve kudretim yok olup gitti. (Hakka Suresi, 25-29)

Kimin de kitabı ardından verilirse, o da, helak (yok olmay)ı çağıracak. Çılgın
alevli ateşe girecek. Çünkü o, (dünyada) kendi yakınları arasında sevinçliydi.
Doğrusu o, (Rabbine) bir daha dönmeyeceğini sanmıştı. Hayır; gerçekten Rabbi,
kendisini çok iyi görendi. (İnşikak Suresi, 10-15)

Bundan sonra artık kişinin kitabındaki amelleri Allah'ın hesap günü için
hazırladığı hassas terazilerde tartılacaktır. Ve zerre kadar bile haksızlığa
uğratılmayacaktır. İşte o an kişi eğer sakınanlardan değilse tartısı hafif
gelecek ve tutuklanıp zincire vurularak ait olduğu yere götürülecektir. Kimse
kimseye yardım edemeyeceği gibi kişinin kendisine de bir faydası olamayacaktır.
Çaresizliğin acısı bütün benliğini kaplayacaktır.

Kimin tartıları hafif kalırsa, artık onun da anası (son durağı) haviyedir
(uçurum). Onun ne olduğunu (mahiyetini) sana bildiren nedir? O, kızgın bir
ateştir. (Kaaria Suresi, 8-11)

Dünyada korkusuzca bir yaşam süren kişinin Allah'a karşı işlediği tüm suçlar tek
tek ortaya dökülür. Sadece yaptıkları değil, kalbinden geçirdiği tüm kötülükler
de. O an içinde bulunduğu utanç tarifsiz bir utançtır. Hiçbir şeyi inkar edemez.
O inkar etmeye kalksa işitme, görme duyuları ve derileri Allah dilediği için
dile gelip konuşur, aleyhine şahitlik ederler.

İşte iman edenlerin her an şuurlarını açık tutan, onları sakındıran ve
titizliklerini artıran korku böyle bir günün korkusudur. Bilirler ki Allah'ın,
O inkar edenler Müslüman olmayı nice kereler dileyecekler(Hicr Suresi, 2)
ayeti o gün tecelli edecektir.

Şu anda da imtihan devam etmektedir ve az önce yukarıda tasvir edilen ortamda
tartıya getirilecek olanlar içine, şu an yaşadıklarımız da dahil olacaktır. Bu
yüzden insanın dünyada bulunduğu süre içinde hesabını veremeyeceği herşeyden
sakınması gereklidir. Zaten akıl sahibi bir insan için bunun aksi mümkün
değildir. Allah her yeri ve herşeyi sarıp kuşatmışken ve insana şah damarından
daha yakınken, görevli melekler de en küçük ayrıntıyı dahi atlamadan
kaydederlerken insanın geçici ve değersiz dünyevi konularla kendini meşgul
etmesi ve hesap gününü unutması olabilecek en büyük gaflettir.

İnsan sabah gözünü açtığı andan itibaren Allah kendisine yeni bir gün, yeni bir
fırsat daha yaratmış demektir. Kişi hemen Allah'a hesap vereceği anı hatırlayıp,
güne samimi bir niyetle başlamalıdır. Niyeti ise, Allah'ın razı olmayacağı ve
kendisinin de hesabını veremeyeceği herşeyden uzak durup sakınarak, hareket
etmek olmalıdır. Unutmamak gerekir ki o an geldiğinde tutuklanarak sonsuz azaba
yollanacak olanlar, keşke diyecek olan insanlardır.

Ey insanlar, Rabbinizden korkup-sakının ve öyle bir günün azabından
çekinip-korkun ki, (o gün hiç) bir baba, çocuğu için bir karşılık veremez ve
(hiç) bir çocuk da babası için bir şeyi verebilecek (durumda) değildir. Şüphesiz
Allah'ın va'di haktır. Artık dünya hayatı sizi aldatmaya sürüklemesin ve
aldatıcı(lar) da sizi Allah ile aldatmasın. (Lokman Suresi, 33)


 

 
  sitemizin kuruluşundan itibaren 8511 ziyaretçikişiler burdaydı! ***yergokduaile.tr.gg***  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol